25 Ağustos 2009 Salı

BEŞ GÜNÜN HÜLÂSASI

BEŞ GÜNÜN HÜLÂSASI
BU GÜNLÜK BEŞ GÜNLÜK… BANA MAHSUS İSE DE…
Hepimiz yiyoruz, içiyoruz, nefes alıyoruz… Şehvet dahil, cismânî hayatımız ve ihtiyaçlarımız değişmiyor. Sıcaktan bunalıyor, soğuktan ürperiyor, serinlikte rahatlıyoruz. Açlık, susuzluk ve cinsî ihtiyaçlar canlılar âleminin ortak paydası… Fakat bunun dışında duyuş, düşünüş, yaşayış tarzımız ve başımıza gelenler, başımızdan geçenler itibâriyle, hepimiz farklıyız. Ortak dinî ve millî kimlik, siyâsî yandaşlık, aynı cemiyet ve cemaate mensubiyet duygusu bile, kader hattımızdaki farklılıkları kapatmıyor. Hayat çizgisi hepimizin değişik… Hepimiz, kendi çapımızda bir dünyayız. Hiçbirimizin parmak izi birbirine benzemediği gibi, eşit maddî şartlar altında bile, herkes kendine göre bir hayat yaşıyor… “Nev’î şahsına münhasır olmak” kaderin güzel bir oyunu bence… İlim ve ibret nazarıyla, seyrettiğimiz takdirde, farklılıklardan çok ders çıkarmamız mümkün…
* * * * *
“SINIR TANIMAYAN AŞKLAR” TRT dizisi bir belgesel yapım… Yabancı evlilik hikâyeleri anlatılıyor. Kadın veya erkek, artık yabancılıktan çıkmış, bizim insanımız olmuş Çinli, Finli, Japon, Alman, İtalyan, İngiliz, Amerikalı, Kanadalı, Rus, Arap.. yetmişiki milletten değişik insan, Türklerle evlilik maceralarını anlatıyorlar… 22 Temmuz Çarşamba sabahı Polonya’dan MAURA geldi. İşletme tahsili için AB bursuyla bir dönem Polonya’ya giden Hasan yeğenim, gönül işleriyle de meşgul olmuş. Neticede Maura-Hasan arkadaşlığı “sınır tanımayan aşklar”a mevzûbahis olacak şekilde ilerliyor. Hasan Lehçe, Maura Türkçe bilmese de, çat-pat İngilizce konuşuyorlar şimdilik. Maura konuşamasa da, günlük konuşmalarımızı az çok anlıyor. Nezaket formülü üç beş kelime ve kısa cümlelerle idare ediyor ve hâl diliyle anlaşıyorlar, anlaşıyoruz. Gönül dilinden, sevgiden daha kapsayıcı bir lisan da yok aslında…Aşk da akıl işi değil, gönül işi… Değilse bu yaz sıcağında, soğuk bir memleketten kalkıp, kendini ateşin kucağına atar mı insan?.. Hasan yeğen ülkücü… Yani Türk Milliyetçisi… Maura’ya bozkurt selâmını öğretmiş… Maura sanki doğuştan aileden biri gibi hüsnü kabul gördü… Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpüyor. Velhâsıl, Polonyalı gelin namzedinin bizimkilerle muhabbetli oturuşuna, kalkışına baktıkça Üstad İskender Pala gibi konuşmak geliyor içimden: “Ah min’el aşk!. Sen nelere kadirsin!..”
*****
BİLGİSAYAR ÇÖKTÜ… BEN DE ÇÖKTÜM… En mühimi içinde vasiyetim ve Fransa TÜRK-FEDERASYON takvim yazıları da bulunan dosyalar, belgeler kurtarılamadı. Halen şoktayım. Paris’te Gare de l’Est’de (Doğu Garında) dizüstü bilgisayarımla pasaportumu, kimliklerimi, cüzdanımı, cep telefonumu çarptırmış; Frenk illerinde parasız, pulsuz, vatansız bir haymatlos olarak kalıvermiştim. 24 Nisan 2006… Ermenilerin “soykırım günü” adıyla bütün Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da Türkiye ve Türk Milleti hakkında protesto gösterileri yaptıkları gün… 24 Nisan’ı millî acı günü olarak hafızalarına nakşeden Ermenilerden fazla hatırlayacağım bu günü… İstesem de unutmayacağım, unutamayacağım…
Bilgisayarlara musallat olan virüslerin, sıcaklarla da bir ilgisi var mı?.. Kızgın sıcaklar bilgisayarların kafasını da bozar mı?.. Bilgisayarların kafasını karıştıran, hatta üç-beş kiloluk boş bir kütle yığını haline getiren virüsler, nerde, nasıl üretilir?.. Bu virüsleri piyasaya kimler sürer?.. “Hacker” denilen manyaklar, günün birinde, internet yoluyla insan sağlığını da etkileyen virüsler yayabilirler mi?.. Her işimiz internete ve bilgisayara o kadar bağımlı hale gelmiş ki; dehâ çapında bir deli çıksa ve bir anda dünyadaki sibernetik işletim sistemlerini topyekün tahrip etse, dünyanın hâli nice olurdu?.. Şu son yaşadığımız küresel ekonomik krizi bile arar mıydık?.. Mekanik ve ruhsal internet bağımlısı gençler, kitle halinde intihar mı ederler, yoksa bağımlılıktan kurtuldukları için “Ohh be!.. Dünya varmış!.” mı derler?.. Elektronik erbâbına saçma gelebilecek bu sualler de kafamı kurcalamaya başladı…
Bu çöküntü felâketinden sonra, bilgisayarla ciddî işler yapan dostlara acizâne tavsiyemdir ki: Aklınızı, emeğinizi bu merete emanet etmeyin!.. Her an bir saldırıya uğrayabileceğiniz, virüsler tarafından tahrip edilebileceğiniz ihtimâline göre tedbirinizi alınız. Çalışmalarınızı, ister yazı, ister resim olsun, dört-beş farklı alanda kaydedin: “Belgelerim”de, en az iki değişik e-mail adresinde, flash belekte, CD’de kayıtlarınız bulunsun. Hatta şimdi bir de haricî harddisc beyinler kullanılıyor. Mahremiyeti olan bilgi ve belgeleri internete, elektronik postaya atamazsınız belki… Fakat diğer kayıtları kesinlikle ihmâl etmeyiniz. Daha önce de Flash bellekte ve internetten alınan dosyalarımdaki resimler kayboldu. Fotoğrafların yerine sayfalarca anlamsız şekil ve harfler yığını kaldı. Bazılarının da dosya adları var, açılmıyor. Bilgiyarcılar ona da ezilmiş dosya diyorlar.. Ezilmiş dosyalar da yine virüslerin marifeti imiş ve de tamiratı şansa bağlı imiş… Öyle diyorlar…Benden söylemesi….
* * * * *
“DÜNYADA MEKÂN – AHİRETTE İMAN” Tokat’tan bir haber geldi. Kızımla damadım “ev”lendik diye müjde veriyorlar. İnşallah torunumuz kiracı olarak dünyaya gelmeyecek, kendi evlerinde büyüyecek. Ne kadar buhran (kriz) de olsa, gençler bizden şanslı… Benim ilkokul öğretmenlerim, ancak tekaüde ayrıldıktan sonra ev sahibi olabildiler. Bizim nesil evlendikten on-yirmi yıl sonra kendi evlerine yerleşebildiler. Şimdikiler ise bir-iki yıl içinde, hem ev, hem araba sahibi olabiliyorlar. Rabbim kimseyi aç ve açıkta bırakmasın… Öğretmenlerimiz de asgarî ücretlilere ve emekli ağabeylerine, ablalarına baksınlar, fazla ağlaşmasınlar… Hesabı kitabı ve de ahlâkı düzgün, lüks ve israftan kaçınan, karı-koca çalışan öğretmenlerin hayat standartları düne göre çok daha yüksek… Biraz da şükretmesini bilelim. Fakat daha âdil ve insanca bir düzen için de çalışmayı ihmâl etmeyelim. En azından içtimaî adalet ve insanî paylaşım, yardımlaşma duygularımızı kaybetmeyelim ki; Müslüman ve insan oluşumuzun farkını hissedelim.
Cuma namazını ilkokula giden yeğenlerim Cemal ve Okan’la aynı camide kılmıştım. Bu mübarek akşam, Tokat’tan gelen “Biz evlendik” müjdesine, yeğenlerimle aynı safta Cuma kılmamız kadar seviniyorum…
“Bizi vatansız, mekânsız ve imansız bırakma Allah’ım!..”
* * * * *
“TOKAT YOLLARI TAŞLI – HANIMIN GÖZÜ YAŞLI” demeyecğim… Gözü yaşlı ise bile, sevinçtendir. İkindi sonrası, beşbuçuk otobüsüyle Tokat’a revân oldu. Ben Bucak’ta indim, doğruca ana evine, ata ocağına.. Birader Metin hariç, cümbür cemaat herkes burada.. Gelinler, damatlar, oğlanlar, kızlar, torunlar, hattâ torunun çocuğu Hamza Kağan ve Polonyalı gelin adayımız Maura da burada… Ata ocağımız şenlenmiş… Anam mutlu, gönlü şâd… “Acaba Yusuf dedeniz sağ olsaydı, Maura’yı nasıl karşılardı?.. Kaç hadi, damat Mehmet çok iyi adammış, Hasan’a bişeycik demedi. Babanız olsa kıyameti koparırdı.” Hep beraber yedik, içtik, çekirdek çıtırtısıyla karışık saatlerce sohbet ettik. Maura da aileden biri sanki… İşaretle ve hâl diliyle hepimizle anlaşıyor. Üç kız, üç oğlan, üç gelin, üç damat, ondört torun.. Emmi, dayı, hala, teyze… Birinci derecede akrabalarla bile bir düğüne yetecek kalabalığımız olacak… Aile bağlarımız güçlü olsa, her zaman bu birliği, bu dirliği muhafaza etsek, ne kadar huzurlu ve mutlu olacağız. Geç vakte kadar sohbeti kaynattık… 26 Temmuz Pazar sabahı saat sekiz buçukta hanım da Tokat’a ulaşmış. Kızıyla, damadıyla O da orada mutlu oluvermiş…
“Zam-zulüm-işkence” yaşasak da, memleket ayağımızın altından kaysa da, Doğu Türkistan’da kan gövdeyi götürse de, mutluluk duygusuna muhtacız. Aile saadeti de gerçek mutluluğun sigortası, aslı esası bence… Anamın mutluluğu gözlerinden okunuyor…
* * * * *
SAZ ÇALAN HOCALAR… Hoca dediysem de hakikî hoca.. Yani imam… Hatip imam hem de… Uşak’tan Kâmil Metin hoca telefon etti. 5 Ağustos’ta tekrar Fransa’ya gidiyormuş. Fransa TÜRK FEDERASYON’a bağlı SALLANCHES ERGENEKON ÜLKÜ OCAĞI’nda görev yapacak. Kamil hoca şuurlu bir arkadaşımız. Vazife aşkı ve heyecanı hareketlerine akseder… kıpır kıpır, yerinde duramaz..Telefonla bana danışıyor: “Hocam, gençlerimizle daha sıcak bir dialog kurabilmek için, saz kursuna gittim. Biraz bağlama öğrendim. Acaba cemaat nasıl karşılar?..” Cühelâ yobaz takımı saz çalan, türkü çığıran hocayı hoş karşılamaz. Fakat şükür ki, bizim cemaatin içinde bu taife azınlıkta kalır. Gençler ise düğün bayram edecektir. İşte tam bize göre bir hoca diyeceklerdir. Kamil Hoca ayrıca Türk tarihi ve kültürü, Türklük coğrafyasına dair soru-cevaplar şeklinde metinler hazırlamış. Gurbetteki yavrularımıza dinini, dilini, tarihini, kültürünü öğretme gayretinde olacak. Kâmil hoca “Kıl beşi, bitir işi” anlayışı ile iktifâ edecek cinsten piyasa hocalarından değil… Cemaate, bilhassa gençlerimize gerçek manâda imamlık; yani eğitimcilik ve rehberlik de yapacağına inanıyorum. Niyeti halis… Yolun açık olsun Kâmil Hocam… Avrupa’nın en zirve noktalarından birinde, Mont Blanc’ın eteğinde, gurbetçi soydaşlarımızla birlikte TÜRK-İSLÂM töresinin bayrağını dalgalandıracağınıza inanıyorum. Sallanche Fransa’da ülkücü hareketin bayrağının ilk dalgalandığı yerdir. Otuz beş yıllık şanlı bir mirasın birikimi üzerine bina edeceğiniz yeni hizmetler; Avrupadaki Türk toplumunu ilânihâye varlığını korumasının da garantisi olacaktır…
Yolunuz açık, Rabbim yardımcınız, gazânız mübârek olsun Kâmil hocam… Kınayanların kınamasına aldırmadan, siz doğru bildiğiniz işleri yapmaya devam edin. Yunus’un ilâhîleri de, Alevî Bektaşî nefesleri de; neyimiz de, bağlamamız da; müşterek kitabımız Kerîm Kitap KİTABULLAH kadar bizim…
* * * * *
MİTİNG GİBİ CENÂZE TÖRENİ… Yakınımızdaki Köle mezarlığına Çobanpınar köyünden bir cenaze defnediyormuş. Ben de dualı bir düğün töreni zannettim önce.. Hocanın avazı Alâddin Mahallesinden Cami Mahallesine, Şirlekten Kocayeriçi’ne kadar duyuluyor. Cenaze defin merasimini hoparlörle naklen yedi mahalleye ilân etmenin, bilmediğimiz faydaları mı var acaba?.. Alkışlarla, “ Kalbimizde yaşıyor” gibi sloganlarla, hatta şarkılarla cenaze kaldıran çevreleri, sanki mukaddesatımıza küfrediyorlarmış gibi yadırgıyoruz. Bir ağabeyimizin öfke dozu ağır kaçan ifadesiyle “Kılmayın lan bu lâik dümbüklerin cenâze namazını” demesem de, miting yapar gibi, Avrupaî usûllerle cenaze kaldıranları yadırgamışımdır. Peki mezarlıktaki cenaze defin dua ve telkinlerinin hoparlörle ezan okur gibi ilân edilmesi hoş mudur?.. Müslüman ağır ve vakur olmalı… Miting havasında cenaze kaldırmak da, çağdaş Müslüman görgüsüzlüğü…
Cenaze töreni bize ölümü ihtar ettiği ve nefsimizi murakebeye vesîle olduğu kadar manidâr… “Bağırmak, çağırmak nafile bugün” diyebilip, ölümüzün arkasından bir Fatiha gönderebiliyorsak yeter!..
Gerisi hikâye!...
Hasan TÜLKAY 26 Temmuz 2009 Pazar, BUCAK – BURDUR
babaturk@mynet.com hasantulkay@hotmail.com
http://hasanhoca.azbuz.com/ http://hasanhocam.skyrock.com/

2 yorum:

  1. Hasan Bey,
    Yazınızı bir solukta okudum ve imrenmedim dersem yalan olur.Uzak diyarlarda bambaşka kültürlerde de olsa bir aşkın filizlenmesini bizlere çok güzel anlatmışsınız.İnsanın yabancı birdamat getiresi geliyor aklına.:)) Şaka bir yana babam böyle bir şeyi kabul dahi etmez..
    Tokat;aklıma plevne ortaokulunda okuduğum günler geldi birden ve ordaki atmosferi çocuk aklımla hayal meyal hatırladım da..Ne güzel bir araya geldiğinizde hoş beş edebileceğiniz geçmiş günleri yad edebileceğiniz akrabalarınız var,bunların kıymetini bilmelisiniz.Başına gelince anlıyor insan bunların eksikliklerini..

    Sevgi ve saygılarımla..

    YanıtlaSil
  2. Hocam anlaşılan 24 nisan'ı unutmanız pek kolay olmayacak, sizde de kötü bir hatıra bırakmış.
    bu arada biraz geç olacak ama yine de kızınıza ve damadınıza ömür boyu mutluluklar dilerim...

    YanıtlaSil