30 Ekim 2009 Cuma

BİLGELİKTİR GERİ DÖNÜŞÜ HAYATIN

BİLGELİKTİR GERİ DÖNÜŞÜ HAYATIN

Tanımlar vardır her bir sözcüğün ifadesinde kendini en iyi anlatabilen. Bazen örneklerle şekillendirilmiş ipuçları, bazen de zihnin anlayabileceği ile sınırlı kelime fonksiyonları. O tanımlardır sizi zihninizin kullanış biçimine göre dağılımını paylaştırabilen. Birbirinizi tanımanıza sebep olabilen de yine onlardır. Her fırsatta yakalar sizi.
Ben bunu nerden tanıyorum?
Gözlerim bir yerden ısırıyor ama.
Tanıyorum ama çıkaramadım.
Sizinle nereden tanışıyoruz?



Okuldan mı? Mahalleden mi? Hastaneden mi ? Kurstan mı?
Hep bu şekilde ’’mi ’’ ve ‘’mı’’ soru edatlarıyla sonlandırırız . hatırımızda kalmayan ya da bir iz oluşturamadığımız kişiyle ilgili zihnimizin dokümanlarında.
Aslında ne kadar da çok kullanırmışız biz günlük yaşamda edatı. Ama tanım olarak iki sözcüğü bir araya getirip de tarif edemeyiz anlamını.
Geçenlerde mahallede dolaşırken eski görev yaptığım yerdeki öğretmen arkadaşı gördüm. O bana baktı. Ben ise ona. Yanına yaklaştım.
Aaa …. sen misin? Gerçektende o idi. Uzaktan tanıdım onu. Tanımamam içinde bir sebep yoktu. Yine aynısı gibi. Pek değişmemişti de.
Hep tanımalar olsun hayatta. Her ufak anı , büyük bir paylaşımın geriye dönük yansımadır.
Tanımak lazım hayatı… İnsanları … hayvanları…doğayı…
Her biri yaşamın bize sunmuş olduğu mineral kaynaklardan değil mi?
Bazen yan etkilerini hissetsek de bedenimizde sağlığımıza olan katkıları yadsınamaz bir gerçek.
Hayatı tanımak nedir?
Dolu dolu yaşamak mı?
ya da geçmişle gelecek arasında oluşan bir köprünün farklılıklarımı?
Ve ya da bir çocuğun resim defterine çizmiş olduğu hayallerin kendi dünyası mı ?
Herkese göre farklılıktır hayat. Kime sorsanız kendi dünyasındaki fikirlerin tanımlarıyla anlatır hayatı.
Ya hayvanlar üzerindeki kurduğumuz hayata ne demeli ?
Ne kadar tanıyoruz kuşları, kedileri, köpekleri, aslanları, fareleri…
Onlarla ne kadar sıkı dostuz? Onlar gibi özgür müyüz hayatta?
Bir kuş kadar uçabilir miyiz yükseklerde özgürce?
Bir kedi kadar dolaşabilir miyiz uçsuz bucaklarda?
Ya da bir aslan kadar kükreye bilir miyiz yaşamın acımasızlığını haykıra haykıra?
Onların özgürlüğü kadar sınırsız değil bizim dünyamız. Tek düze bir yaşam halinde sınırlamışız kendimizi her yerde. Hep ulaşılması imkansız hayallerimizde tekno yaşam paketine bağlı bir güdüsel sezgileşim hislerine yenik düşmüşüz.
Seninle konuşacaklarım vardı . Ama sen çevrimdışıydın. Konuşamadık.
Nerde?
msn, faccebook, …
yani sanal kurguda. Ardından da cep telefonunu aradım. Kapalıydı. Yani sana ulaşamadım.
Ne kadar sağlıklı yaşam paketlerimiz var değil mi?
Görmesek de sevdiklerimizi, onlarla bir türlü paylaşıyoruz dertlerimizi,sevinçlerimizi.hayallerimizi…
Oysaki hayvanların özgürlüğünün yarısı kadar olabilmiş değiliz. Hep kısıtlamışız kendimizi. Hazır yaşam paketlerine. Kendimizi özgürce bırakmamışız hayata.
Tanımları sözcüklerle oluştururken zorlandığımız vakitlerde makinelere bırakmışız kendimizi. Fazlaca tanımışız onları gündelik yaşamımızda. Hep yer edinmiş bizlerle beraber. Aslında çok da olmadı onları hayatımıza aldığımız gün. Ama çabuk ısınıverdik. Çok iyi tanıttılar kendini bizlere. Saolsunlar .
Ya yıllar önce vatan için kendini siper edenler, türlü zorluklara boyun eğip, geleceği miras bırakanlara ne demeli? Onları da tanıyor muyuz?
Bir Halide Edıp Adıvar’ın ateşten gömleğini , Halit Ziya’nın Mai ve Siyahını , Orhan kemal’in Baba Evini, Fuzuliyi, Yunusu, Mehmet Akif’i, Mevlana’yı, Bektaşi’yi
Bunlar tanıtmadılar mı kendini bizlere?
Ya da biz tanımak mı istemedik!
Bazen de yanı başımızda yer alan kişileri sorgularız. kendi kendimize . Bir anne ne kadar tanır çocuğunu ya da bir çocuk babasını ne sıklıkla tanır ve ne kadar tanırız çevremizdeki insanları?
Benim çocukluğumda bize gelen bir amca vardı. Hatırladığım kadarıyla altı yedi yaşlarında iken. O amca ger geldiğinde kalemler, silgiler, getirirdi. Hep o şekilde yansıdı zihnimde. Kalem getiren amca diye tanımak. Ya da kendini öyle tanıtmak. Belki de tanımanın ötesinde süregelen bir alışkanlık boyutu olacak çocukluk yıllarından kalan iz bırakmak adına.
Bir hikaye vardır. Belki duymuşsunuzdur.
’’Bir adam, çobanın yeni doğduğunda sevmesi için yanına getirdiği danayı , sonraki günlerde de kucağına alarak sevmeye devam etmiş. Buna öylesine alışmış ki dana büyüyüp öküz olduğunda bile her gün onu kucağına almış ve sevip taşıyabilmiş. Gerçekten de alışkanlığın göz ardı edilmeyen bir öğreticilik boyutu vardır.’’
Tanımlar ve tanımalar her iki sözcüğünde ortak kullanım alanı tanımaktan gelir. Kimi zamanda tanırken tanıtmanın da olabileceği görsel alanlar vardır. Bir mankenin üzerinde yer alan kostümünün ve aksesuarlarının yer aldığı bir bedende ürünün güzelliği yansır platformda yer alan izleyicilerin gözlerindeki ışılarda.
Geçenlerde de yine markete giderken karşılaştığım stant da ürün tanıtımının olduğunu ve ısrarla tadına baktırabilmek için zoraki istekli davranışların kabullenebilirliğini sürdürmeye çalışan ürün tanıtıcıları.
Tadına bakmak ister misiniz?
.............. markalı yoğurt, peynir, süt, tatlı vs…
En sık karşılaştığımız tanıtmalardan biri de pazarlamacılar. Elindeki ürünü satmak için yapamayacağı her türlü davranışı sunarlar bizlere. Kimileri dolgun yaşam hikayelerini saatlerce sunarak paylaştırır acılarıyla , kimileri de gerçek bir davranışla yansıtır pazarlığını.
Aslında bir yetenektir bu iş. Ne kadar tanırsan yaşadığın yerdeki kişileri, özelliklerini o kadar sunabileceğin sunumlar yaratabilirsin etrafına.
Bilgi de paylaşmak değil midir?
Satarsın bilgiyi karşındakine. Kendince anlamlar çıkararak yeni bir bilgi akışı sağlar.
Öğretici, öğrenenin zihnince yoklamalı bilgisinin satışını. İndirim yapılmamalı defolu mallarda. Satışını sağlam yapmalı ki alıcı açısından memnuniyet sergilesin.
Yıllar önceki bildiklerimizle, yıllar sonraki bilemediklerimiz zamanı tanımakta güçlük çektiğimizin göstergesidir.
Yine zamanın birinde bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki; Gece ile gündüzü nasıl ayırt edebilirsiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?
Öğrencilerden biri ise uzaktaki sürüye bakarım demiş koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir. Başka bir öğrenci söz almış ve hocam demiş, incir ağacını , zeytin ağacından ayırdığım zaman anlarım ki sabah başlamıştır.
Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve siz ne düşünüyorsunuz hocam ? diye sormuşlar.
Bilge şöyle demiş:
‘’Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı, beyaz mı diye ayırmadan ona bacım diyebildiğimde ve yine yürürken önüne çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine, aldırmadan kardeşim sayabildiğimde anlarım ki sabah olmuştur. demiş ’’
Aslında yaşadıklarımızda hayatımızdan geriye kalan bilgeliğimizin tecrübesi değil midir?
Yaşadıklarımız, ve yaşayacaklarımız bizi mükafatlandıran bir armağan değil midir?
Bilgelik değil midir? Geri dönüşü hayatın.
ONURCAN AYDOĞMUŞ
ANKARA/EKİM 2009

1 yorum:

  1. haklısın hocam malesef tekno yaşam paketine bağlı bir güdüsel sezgileşim hislerine yenik düşmüşüz.

    YanıtlaSil