8 Haziran 2010 Salı

BAŞBUĞ DA ÖLMÜŞ

Ölüm hak; biliriz, iman ederiz de, kabullenmek zor gelir. Hiç hasta yattığını bile duymadığın, sevdiğin bir güzel insanı kaybettiysen, ölüm haberinin acısı daha çok koyar insana.. Hele bir de gurbetteysen... Başbuğ'un ölümünü tambir hafta sonra öğrendim. Nanecinin rehber Bucak sitesine bir göz atayım da, memleketten bir haber havadis alayım demiştim. Baktım vefat edenler listesinde "Mehmet Eroğlu - Komando 6 Mayıs 2010" yazılı. Kısa açıklama: "BUCAK SANAYİ MAHALLESİNDEN ZÜHTÜ OĞLU MEHMET EROĞLU KOMANDO 6 MAYIS 2010 PERŞEMBE" Dünyalık mekan ve sıfatı bu kadar kısa bir güzel insandı Mehmet Abi... 1970'lerde, asaletli ülkücü heyecanımızın zirvede olduğu, Bucak'ın adını özüne (Oğuzhan'a) döndürmeye çalıştığımız yıllarda, Mehmet Eroğlu'nu haşlanmış mısır satarken tanıdım ben... Kalpağından, sert bakışından, bir de Ülkü Ocaklarında daha doğrusu Genç Ülkücüler Teşkilatı'nda söylediğimiz Başbuğ Marşı sebebiyle tanıyordum:

Sende bütün umutlar
Göğe yükselsin tuğum
Haykırıyor Bozkurtlar
Selâm sana başbuğum

Türklük bir yiğit arar
Tanrı dağları kadar
Canlansın hatıralar
Selâm sana başbuğum

Semerkandlar Kerkükler
Yaslı yaralı Türkler
Bir gün Alparslan kükrer
Selâm sana başbuğum

Altaylar'dan Tuna'ya
Yeniden bütün dünya
Görsün korkulu rûya
Selâm sana başbuğum

Tanrım güç versin sana
Acısın Türkistan'a
Selâm selâm Turan'a
Selâm sana başbuğum

Ortaokul, lise talebeleriyle, sanayi çıraklarıyla Türkçü türküler, marşlar söyleyen, zayıf, çelimsiz, kısa boylu, bakışlarındaki sahte sertliğe rağmen karıncayı incitmeyecek kadar naif, latif bir adam... Kalpağı da istediği kadar heybetli görünmesine yetmezdi. Ocak'ta, benim okuyuşumdan Serdengeçti'nin şiirlerini, "Bir Nesli Nasıl Mahvettiler"ini çok dinlediğini biliyorum. Devlet gazetesini ve Bozkurt dergisini kaynamış mısır tezgahının yanında taşıdığını, boşluk bulunca da okuduğunu hatırlıyorum. Kalpağına rağmen, hiç bir kavga döğüş sahnesinde görmedim amma; herhalde icap etseydi, kavgadan da kaçmazdı. Cesaretine, samimiyetine, sadakatına şüphe yoktu. Nihayet, karabudundan bir çeri misali. kendi çapında bizlere abilik yapmaya çalışırdı.

1970'li yıllarda, ülkücülere komando da derlerdi. Bazı yerlerde açılan yaz kamplarında ağır askerî eğitim verildiği, Türkeşçilerin komando gibi yetiştirildiği iddia edilir, bilhassa sol basında, Cumhuriyet gazetesinde yıpratıcı bir kampanya yürütülürdü ülkücüler hakkında... Bizim nazarımızda o zaman sistemin her türlü pisliği, Batıdan gelen moda rüzgarları, kot pantolon, ispanyol paça, ağıza girecekmiş gibi dudakları örten bıyıklar, uzun favoriler bile "komünistlik" gibi algılanırdı. Ol sebepten Marks, Lenin, Mao okuyanlar kadar; mini etekliler, başı açıklar, diskotek çocukları, hatta Samanyolu şarkısı eşliğinde dans edenler, salon düğünü yapanlar bile düşmanımızdı. Onlar da komünistti. Muhafazakâr kasaba kültürünün bize verdiği algı böyleydi... Neyse, sözü dağıtmadan söylersek, kasaba kültürünün muhafazası gibiydi ülkücülük bizim nazarımızda.. Kalpak, bozkurt, üç hilal gibi semboller, maşlar, türküler de heyecanımızı kamçılıyordu. Ben O'na BAŞBUĞ derdim. Galiba onun da hoşuna gider, tane tane konuşur, Dündar Taşer'den, Türkeş'ten birşeyler anlatır veya sorardı.

"Başbuğ"lar bizim için önemlidir. Onlar kanaatin, sabırın, tevekkülün, bereketin hakim olduğu bir hayat yaşadılar. Gözünü hırs bürümedi. Mısır satarken de, kestane kebap yaparken de, sanayiye dükkan açarken de gözünü hırs bürümedi. Köşe dönücü olmadı. Ama beceremediği için, ama haramı helali kanaati bildiği için "az olsun, helalinden temiz olsun" yolundan sapmadı. En son, nerede,ne zaman görüştük, tam hatırlamıyorum. Yaşlandıkça yüzünden kalbindeki iman olgunluğu daha güzel okunuyordu.


Onun en kıymetli eseri çocukları... Kızını bilmiyorum amma, üç oğlunu da okuttu. Oğullarından Prof.Dr.Ömer Eroğlu bugünlerde Arnavutlukta imiş. Kadrosu Isparta SDÜ'de... Yrd.Doç.Dr. Hüsrev Eroğlu da SDÜ hocalarından.. En küçük oğul İsmail de Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme bölümünü bitirmiş; hem babasından kalan KOMANDO tekkesini bekliyor,hem de akademik hayata katılmak için sabırla, gayretle hazırlanıyor.

Komando Başbuğ, olgun çağında, fakat ihtiyarlamadan hacca da gitti. Hacdan iki yıl sonra by pas geçirmiş. Yine de sıhhatli görünüyordu. Şimdi hatırladım; en son üç yıl oldu mu bilmem; hükümetin bahçesinde bir çay içimi sohbet etmiştik.. Başbuğ, eski Başbuğ değildi... "Neydi Hasan be o günler?.." derken, sanki hem o günleri özlüyor, hem de nedamet getiriyor gibiydi...

Elbette hepimiz değiştik.. Yaralandık.. Bir yerlerimizi düzetmeye çelışırken, başka açıklarımız çıktı... Mühim olan kulluk şuurunu kaybetmemekti.. Mühim olan helalinden kazanabilmek, helalinden yiyebilmekti.. Mühim olan yine "Alllah'ım... Bayrağım... Vatanım.." diyebilmekti. Mühim olan arkandan hayır duası okuyacak, hayırlı evlatlar bırakabilmekti. Mühim olan amel defterini hayırlar yazacak şekilde açık bırakıp gidebilmekti..

Bir kalp kriziyle, uykuya varır gibi sonsuzluk uykusuna uyanan BAŞBUĞ KOMANDO Mehmet Eroğlu'na Allah'tan rahmet dilerim.

Mekanı Cennet olsun inşaallah!..

Hasan TÜLKAY 13 Mayıs 2010 PARİS hasantulkay@hotmail.com babaturk@mynet.com http://hasanhoca.azbuz.com http://hasanhocam.skyrock.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder