Nannimle ilgili daha önceki yazım: http://superinceparlakcorap.blogspot.com/2010/11/vapuuuur-al-beni-seneler-oncesine.html
Nannim hastaydı hem de zor bir hastalıktı. Doktor ''Ne olacağı belli değil.. Beyninde pırtı oluşmuş, ameliyat etmek onu, çabuk sonuca götürebilir, böyle kalması daha iyi, bu pırtı beyninin merkezlerinde dolaşabilir, çok acıkabilir, yada yemek yediğini hatırlamayabilir, hatta tuvaletini nasıl yapacağını bilmeyebilir, günlük yaşam kalitesi düşecektir sadece ona iyi bakacaksınız ''dedi, annemle, teyzemlerin gözleri fal taşı gibi açılmış birbirlerine baktılar.... Doktorun dediklerini tekrar düşündüm, o zaman kalbimin içinde acı bir sızı oluştu...
Evine gittik, namaz kıldı, ona izledim, divana yanına oturdum, omzuna, kafamı koydum buram buram gül suyu kokuyordu.....''Ben artık hiç eskisi gibi olamam cemre!!''dediğinde içimde kopan fırtınayı anlatmam mümkün değil bu anı ve duyduğum ona has gülsuyuyla karışık pudra kokusunu asla unutmadım..
İşte o zaman anneanneme de ayrı bir aşk duyduğumu hissetmiştim. Çok erkendi biz daha onunla neler, neler yapacaktık diye düşündüm.. Çocukluğumun çok önemli yapı taşlarından biriydi. Herkes için anneannesi önemlidir, ama sanki benim için daha bir farklıydı yada ben öyle sanıyordum...
Çünkü çocukluğumu onun dibek başında çıkmaz sokaktaki evinde geçirmiştim. Onunla sıcak pişili kahvaltılar ederdik, hamuru karışını, çökelekli maydanozlu, hamur toplarına dolduruşunu izler, bazen yapmama izin verirdi, komşulara gider çaylı, kekli, börekli saatler geçirirdik, havra sokağına taze sebze, meyve almaya gider, oradaki esnafla pazarlık yapmasını seyreder, pide yer, karadut şerbeti içerdik, hamama gider saatlerce kendimizi ödüllendirir eve gelince pamuk gibi koyun koyuna sevdiğimiz şarkıları mırıldanıp uyurduk, akşamları yazlık açık sinemaya minderlerimizle birlikte gider, sensun gazozu alır, Raj kapoor'un Avere Mu filmini izlerdik, akşamüstleri, kapının önüne serdiğimiz kilimin üzerinde, ben bebeklerimle oynar, oda komşularınla oya yapardı, Aydına trenle giderdik, yolda sardığı kalem gibi sarmaları yer, tren (ki tren'e motorlu derdi) bozulursa, uyur 2 saatlik yolu 4-5 saatle gider ama hiç sıkılmazdık, Aydında akrabaları ziyaret eder, incir, üzüm toplamaya giderdik...Bana çok güzel şarkılar söyler benim iyi vakit geçirmemi sağlardı....
Bütün yazı, agora harabelerinin içinde, bazen kuzenlerim ve kardeşimle bazen komşunun kızıyla, zamanımızı orada evcilik oyunu oynayarak geçirirdik. Harabelerin içinden su akardı, suyun aktığı yeri, evimizin mutfağı gibi kullanır, acıkınca evden bir koşu alıp geldiğimiz, salçalı ekmeği yer, susayınca oradan su içerdik, şimdi o akan su yoktur sanırım. Zaten gidip görmek istesem de gidemem, göçten gelen insanların oturduğu bir yer olduğu için, tek başıma orada oturmayan bir kadın olarak çok dikkat çekerim sanırım, dibek başında yerli kimse kalmadı malesef. Çokta merak etmiyorum aslında, çünkü görürsem, eski atmosferi bulamayacağımı biliyorum beğenmeyeceğimi de, hayalimdeki gibi kalsın görmesem de olur....Ama duyduğuma göre kentsel projeyle oradaki tüm evler yenilenecekmiş. Buna çok sevindim....
Anneanneme Nannim derdim ama sadece ben ona lakap takmıştım, o ise hepimize, isimlerimizi komik bir dile çevirirdi.. Mesala kuzenime kızdı mı cem düdüklü tenceresi, normal konuşurken cem trikosu derdi...Bana cemre düştü mü cemre, diye sorar, anlamsız baktığımı görünce, gülerdi.....
Nannim, Aydın doğumlu sıradan bir çiftçi ailesinin kızıymış. Simsiyah iri gözleriyle Aydın'da nam salmış o zamanki en zengin sarrafın oğluna, onaltısın'da nannimi istemeye gelmişler.
Nannim, bir kere sokakta gördüğü Arif in nişanlısı olmuş. Nişanlı olmuş, olmuş, olmasına daa, ama işte aşk ferman dinlememmiş alt katlarındaki daireyi, kiraya tutan annesiyle yaşayan dedem Erdem'i görünce anneannem aşkın ne demek olduğunu anlamış. Tarifi ise klasikti..
-Aşk meşk mi gördük bildik de nişanlandık, o zamanlar öyleydi, büyükler için, çocuğun hali vakti yerinde olması yeterdi, verirlerdi, giderdik, istiyormusun diye sormazlardı,, görmezdin, tanımazdın, evlenince tanışırdın, ısınırdın, çocuğun olurdu, yaşam gailesiyle, yaşayıp giderdin. Bütün arkadaşlarım, tanıdıklarım, akrabalarımın kızları öyle evlendi..
Ama, ama, ama, nannim hariç, dedem annesiyle, nannimle annesinin alt katındaki evi tutmaya geldiklerinde, nannimin içine düşen ateşin kendini, kor gibi yaktığını söyledi.. İşte bu da Aşk olmalıydı ki, sarraf Arif yerine terzilik yapan aynı zamanda Santur sanatçısı olan nannim, Erdem'e kaçmış, onunla evlenmişti ..
Hoş o 'kor' zamanla dedemin davranışları yüzünden çabuk sönmüş, dedemin çapkın, havai hayatı, iyi kazandığı halde evine para bırakmaması, bezdirmiş nannimi. Bir dönem iyi yaşamışlar İzmir'e 55, 60' lı yılların en iyi semti olan Dibek başı na şimdiki adıyla Agoraya taşınmışlar. Annem taşındıklarında 6 yaşındaymış, her şeyin en güzeli en iyisi ilk onlara gelirmiş, hatta bir gün bir yerden geçerken bir bambu takım gördüğümüz de annem ben küçükken bizim bahçede vardı biliyormusun demişti de şaşırmıştım, ki, annem, 51 doğumludur düşünün artık...
Dedem terzilerin en iyilerinden biri olmalıydı ki, İzmir'de ciddi bir müşterisi oluşmuş, hanımlar, Döpiyeslerini ona diktirirlermiş. Çevre ilçelerden de ona gelen çok olurmuş. Fakat dedemin müziğe olan ilgisi arttıkça İzmir deki TRT' nin radyo sınavlarına girmiş ve kazanmış. O zaman hem terzilik yapıp, hem de TRT de kadrolu olarak çalışmaya başlamış bazı geceler maksimde, yazları da fuarda büyük sanatçıların kadrosunda muhakkak olurmuş...Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Emel Sayın, hatta bazı eski filmlerde arkadaki çalan müzisyenlerin arasında görürüm dedemi...Ne yazık ki onu çok tanıma fırsatım olmadı, ben 7 yaşındayken, onu bir konser için gittiği Şanlıurfa da şeker komasından kaybettik. Fakat bize gömüldükten, on beş gün sonra haber geldi, ve ona ait olan eşyaların hiç biri gelmedi, buna bavulu, santur' u da dahil...Bilemiyorum artık ne olduysa.. Ona ait küçücük bir eşyası olsaydı diye düşündüğüm çok olmuştur, bir sigaralığı, cüzdanı yada sağ elindeki siyah taşlı gümüş yüzüğü......
Şehir tabi Kasaba gibi olmamış 4 çocuklu AK budak ailesi için. Büyük şehir, kalabalık, büyüyen çocuklar, çocukları istekleri..... Dedemin kendine müzisyenlerden yaptığı çevresi sorumsuzluklarını çoğaltmış, nannimle arasını açmış ve bazı evliliklerde ki gibi klasik bir son, bir dedem çapkınlıklar yapmış ...Nannim dedemle, mutlu olamamış malesef.....Çok kavga etmeye başlamışlar dedem, bazı günler sabahları eve gelirmiş, o günlerden birinde kahvaltıda kavga çıkmış, dedem nannnimin üzerine yürümüş, nannimde kendini koruma iç güdüsüyle olacak ki, elindeki tavayı dedemin kafasına indirmiş. Bu bardağı taşıran hamleydi sanırım ondan sonra bir daha aynı evde olamadılar ve boşandılar......
Bugün benim için buruk bir gün... Nannimin 10. ölüm yıldönümü..Ölenin ardından özlüyorum denmez derler, ama ben hep diyorum. Onu çok özlüyorum bu özlemim sanırım hiç bitmeyecek.........
......