8 Eylül 2009 Salı

PEKİ SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

ATATÜRKÇÜLER NEDEN KAYBEDİYOR?..
İkiyüzlülük yapmayalım. Yalan söylemeyelim. Dobra dobra konuşalım. Açık olalım. Gerçekleri görmezlikten gelmeyelim. Kendimizi de aldatmayalım: Türkiye'de heykel Atatürkçülüğü tutmamıştır. Kanunla korunduğu için, hapislik korkusuyla, Atatürk'ü sevmeyenler de, en büyük Atatürkçü rolünde görünür, sahtekârlık yaparlar.
Kürtler Atatürk'ü sevmezler, fakat yakın zamana kadar seslerini çıkartamazlardı.
Okuyucu, yazıcı, Yeni Asyacı, Fethullahçı; bilumum Nurcular Atatürk'ü sevmezler; fakat seviyor görünürler veya seslerini çıkarmazlar. Cemaatın Atatürk adına okulu, yurdu var mıdır, yok mudur; bilmiyorum. Fakat Atatürk'ü anma törenleri ve Atatürk haftasında mekteplerinde gösterişli etkinlikler yapar, yarışmalara katılırlar.
Süleymancılar, Atatürk'ü sevmezler; talebe yurtlarında en güzel Atatürk köşesini onlar hazırlar. Halbuki Kur'an Kurslarında Atatürk'ü Deccal olarak tanıtmışlardır yıllarca..
Yeniden Millî Mücadeleciler; Atatürk'ü İngiliz ajanı diye tanıtan seminerlerle yetişmişlerdir.
Komünistler, sosyalistler,Marksist-Leninist devrimciler Atatürk'ü sevmezler; fakat şapkalı Atatürk resimlerini bürolarından, rozetlerini yakalarından düşürmezler...
Tarikatların hemen hiç biri Atatürk'ü sevmezler, kapalı zikir ve sohbet meclislerinde aleyhinde atar-tutarlar; fakat alenî olarak gık diyemezler...
Liberaller Atatürk'ü sevmezler, inceden ince Atatürkçülerle dalga geçerler üstelik... (En namuslu yine bunlar sayılır; kuralları ve kutsalları yok amma; hiç değilse ikiyüzlülük yapmıyorlar.)
Bizim keskin Türkçüler de Atatürk'ü sevmezlerdi. ATSIZ, "İçimizdeki Şeytan" ve "Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri", "Z Vitamini" "Dalkavuklar Gecesi" gibi eserlerinde tek parti CHP döneminin tozunu atar.
ATSIZ'ın manevî babası Rıza NUR; "Hayat ve Hatıratım"da Atatürk'e çok ağır hakaretâmiz ifadeler kullanır. Okurken kusasınız gelir.
Şimdi Şamanist geçinen Irkçı-Türkçü toplumcu-buduncu kıytırık gruplar ve onlarla aynı ağzı kullanan "Türk Solu" Atatürk'ü bayraklaştırıyor. Bu da onların çelişkisi olsa gerek. Çünkü hem ATSIZCI, Rıza NURCU hem de Kemalist olmak, eşyanın tabiatına aykırı...
Osman Yüksel Serdengeçti, Atatürk'ü sevmezdi. Hatta öldüğünde "Bir Nesli Nasıl Mahvettiler" kitabında yazdıklarından dolayı Atatürk'e hakaret suçundan hükümlüydü bildiğim kadarıyla... 12 Eylülcüler zamanında, yıllar önce basılmış, en az yüzbin adet satılmış ve defalarca şikayet edilmiş, yargılanmış, beraat etmiş not defterinden küçük bu kitapçıktan dolayı, Türkçülük-Turancılık davasının Osman Zeki Yüksel'i mahkûm edilmişti.
Üstad Necip Fazıl'ın da en fazla hücum şimşeklerini üstüne çekmesine sebep, lâiklik ve Kemalizme karşı tavır almasıdır.
Bugün solun, hatta Atatürkçü geçinenlerin "Büyük Şair" diye yere göğe sığdıramadıkları Moskovadaki kızıl rejimin meddahı Nazım Hikmet Atatürk'e tüküren, hakaret eden mısraların yazarıdır.Çünkü Atatürk zamanında komünistlikten yargılanmış, kodesi boylamıştı.
Güçlü bir hikayeci ve şair olan Sabahattin Ali de Atatürk'ü sevmezdi. Çünkü tek parti döneminde komünist ithamıyla o da takibat altındaydı.
Sağlığında dev heykelleri dikilen ve heykellerine bile methiyeler düzülen Atatürk'ü doğup büyüdüğüm köyde kasabada büyüklerimiz de pek sevmezdi açıkçası. Atatürk heykeline ve büstlerine soğuk bakarlardı.
Devrimci-solcu "Kızılırmak" şairi Hasan Hüseyin'in ifadesiyle halkımız; Mustafa Kemâl'i Atatürk'ten fazla seviyordu.
Velhasıl, toplumun pek çok kesiminde tören Atatürkçülüğü kabul görmedi.Görseydi Millî Görüş gömleğini çıkaran AKP mirasyedileri tek başına iktidara gelemezdi. Devlet, ordusuyla, yargısıyla, üniversiteleri ile Atatürk'ü ve O'nun eseri Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak için seferber olmuşken; "cahil halk" sandıktan bir defa olsun tek başına CHP iktidarı çıkarmadı; çıkaracak gibi de gözükmüyor. Herkesin kanun zoruyla Atatürkçü göründüğü Türkiye'de halkın sesine kulak verelim ve düşünelim: Atatürkçülüğü bayraklaştıranlar niçin bu milletten iktidar desteği alamıyorlar? Kendi halkımıza karşı; Atatürk'ü, Atatürkçülüğü süngüyle, silah zoruyla mı koruyacağız?
Neden böyle olduk? Neden Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını korumak konusunda endişe taşıyoruz?
Neden bölünmekten korkuyoruz? AKP hükümetinin "Açılım" siyasetinden Türklük ve Türkiye adına kaygılanmakta haksız mıyız?
Neden AB'nin, ABD'nin dümen suyuna girdik?
Neden hürriyet ve istiklâl gibi en yüce değerlerimizden adetâ vazgeçer hâle geldik?
Sadece dış düşmanlar, AB, ABD dayatmaları, komplo teorileri geldiğimiz bu teslimiyetçi noktayı izah etmeye yetiyor mu?
Cemaatçiler, nasıl bu kadar güçlü bir para imparatorluğuna dönüştüler?
Telef olan militanları için mevlid ve dualar okutturan bölücü örgüt nasıl siyasallaştı ve meydanlarda, Meclis kürsüsünde nasıl devlete meydan okuyorlar?
Ali Kırca'nın "Siyaset Meydanı"nda "Açılım"ı tartışan çocuklardan birisi;"Siz bayramlarda önderlerinizin resimlerini asıyorsunuz da, biz kendi önderimizin resmini neden asamıyoruz?" diye alenen ve resmen Türkiye Cumhuriyeti'ne meydan okuyabiliyor. Neleri söyleyebileceği üç aşağı beş yukarı belli olan, örgüt propagandası ile beyni evinde yıkanmış bu çocuğu ekranlara çıkartmak, çocukları "Açılım"a alet etmek, siyasetin dilini zavallı çocuklara terketmek affedilir bir iş midir?
Neden tepkileri tüketilen, adetâ sinirleri alınmış lop et yığınına döndürülen bu "kitle"nin hassasiyetlerinin körelmesinden feryat etmeyiz?
Ali Kırca, böyle bir potun ardından yine tv.lerde arz-ı endam edebilecek, medyatörlüğü sürdürebilecek midir? Aklıma gelen, açıkçası yazmaya korktuğum daha bir sürü suâl...
Bunları düşünmeme sebep olan da, son zamanlarda Tayyip Erdoğan'ın adetâ bir intihar bombası gibi rastgele ortalığa salıverdiği "Açılım"a karşı, millî refleksin neden zayıf kaldığı sualiyle kafam meşgul halde okuduğum bir kitap: Yavuz Bülent Bâkiler'in Türk Edebiyatı Vakfı Yayınlarından çıkan GİDENLERİN ARDINDAN kitabı... Derin bir devlet şuuru taşıdığına inandığım Türk Milleti, kanaatimce yanlış Atatürkçülük, yanlış lâiklik uygulamalarından dolayı, yeterince devletine sahiplenmiyor.
Dün AB'ye, ABD'ye meydan okuyan "Akıncı Mücahit Müslüman" Millî Görüşçüler, bugün iktidar saltanatı uğruna emperyalist odakların himâyesine sığınmaktan utanmıyorlar. Millî Görüşçüye gömlek çıkarttıran, para ve güç uğruna inandığını iddia ettiği bütün mukaddesleri ayaklar altına aldıran bu zillet tablosunun yaşanmasında Kemalistlerin de büyük vebâli var.
Yıllarca "Ordumuz-Yurdumuz-Kurdumuz" diyerekten, devlet-i ebed müddet uğruna kanlarını, canlarını fedâ eden ülkücülerden bile yeterince "tepki" alınamıyorsa, Atatürkçü 12 Eylül cuntasının zulümlerinden dolayı değil midir?..
Madem ki bir "Demokratik Açılım" modası vardır; aşağıdaki metinleri okuyalım, düşünelim, tartışalım.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Çağdaş Bir Putlaştırma Örneği; Atatürk'e Tanrı veya Peygamber Diyenler
Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin dine bakış tarzını öğrenebilmek için, önce, okullarda çocuklarımıza okutulan tarih kitaplarına, sosyoloji kitaplarına bakmak lâzım. İstanbul'da 1931 yılında, Devlet Matbaası'nda bastırılan Orta Zamanlar Tarihi'nde İslâmiyet ve Hz. Peygamber (s.a.s.) aleyhinde yazılanlar, en koyu münkirleri bile utandıracak seviyesizliktedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin resmî ideolojisinde İslâmiyet'in yeri yoktur. Çünkü "İslâm birtakım zevâta göre eskimiştir!", "Hz. Muhammed (s.a.s.) nihâyet bir çöl bedevîsidir", "İslâmiyet'in yerine yeni bir din koymak lâzımdır ki, o da Kemalizmdir." Nitekim Edirne milletvekili Şeref Aykut 'a göre Kemalizm dininin altı esası, altı oktan ibaretti: Yani "Kemalizm dini, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, devletçilik, laiklik ve halkçılık prensiplerine dayanmalıydı." Kemalizmin, yeni bir din olarak yayılmasında Şeref Aykut yalnız değildi. İyi ama bu dinin peygamberi kim olmalıydı? Bu sorunun cevabını Behçet Kemal Çağlar verdi: Mustafa Kemal Atatürk! Behçet Kemal, Süleyman Çelebi'nin meşhur Mevlid'ini Atatürk'e uydurmakta ve çıktığı Anadolu il ve ilçelerinde, başına topladığı kalabalıklara Atatürk Mevlidi'ni okutmakta hiçbir sakınca görmedi: (...) Ger dilersiz bulasız oddan necâtMustafâ-yı bâ Kemâl'e essalât.Ol Zübeyde, Mustafâ'nın ânesiOl sedeften doğdu ol dürdânesi!Gün gelip oldu Rızâ'dan hâmileVakt erişti hafta ve eyyâm ile.Geçti böyle, nice ay nice seneVakt erişti bin sekiz yüz seksene.Merhaba ey baş halâskâr merhabaMerhaba ey ulu serdâr merhaba!Edip Ayel, Atatürk'e: "Sen bizim yeni peygamberimizsin!" diye seslenmekte geciktiği için dövünmeye başladı. Behçet Kemal'i geride bırakacak bir atılım içinde olması gerekirdi. Bunu gerçekleştirebilmek için, Atatürk'e yeni dinî sıfatlarla secde etmesi lâzımdı. Edip Ayel, aruzun tumturaklı kalıplarıyla Türk edebiyatının en muhteşem dalkavukluk örneğini ortaya koydu: Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbeBir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldunTürk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı'yla müsâviToprak olamaz kalp doğabilmişse semâvîÖlmez bize cennetlerin ufkundan inen sesİnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!Edip Ayel'in bu kükremesinden sonra bir tereddüt belirdi: Atatürk, yeni Kemalizm dininin Allah'ı mı olmalıydı; peygamberi mi? Cumhuriyet devri şairlerinin bir büyük bölümü, Atatürk'e kıyamadılar. Onun üstünde de, altında da hiçbir gücün, hiçbir varlığın bulunmasına tahammül edemediler. Bu bakımdan, Atatürk'e hem Allah, hem de peygamber diye seslenerek kendilerinden geçtiler. Behçet Kemal, Edip Ayel'den geri kalmak istemedi:Kaç yıldır Türkçe'ydi Tanrı'nın diliİnsana ne ilâh, ne de sevgiliNe de ana-baba aratıyorduHer an yaratıyor, yaratıyordu.Artık işaret verilmiş, yarış başlamıştı. İpi herkesten önce göğüslemeye çalışan atletler gibi, o devrin edipleri de "Allah", "tanrı", "ilâh", "Kâbe", "put" gibi kelimelerle Atatürk'e daha önce ulaşabilmenin cezbesine kapılmışlardı. Yüzlerce örnekten işte birkaçı: Halil Bedii Yönetken çığlıklar koparıyordu:Tanrı gibi görünüyor her yerdeTopraklarda, denizlerde, göklerdeGönül tapar, kendisinden geçer deHangi yana göz bakarsa: Atatürk.Kemalettin Kamu, kendisine milletvekilliği getiren şiirini kalabalıklara okumaya başladı: "ÇankayaBurada erdi MûsâBurada uçtu İsaBülbül burada varsaHürriyet için öter.Ne örümcek, ne yosunNe mûcize, ne füsun...Kâbe Arab'ın olsunÇankaya bize yeter..."Sonra Faruk Nafiz Çamlıbel, sazını eline aldı:"On milyon bel, iki kat olmuşken eğilmedenO'nda on beş milyonun boyu birden uzaldı.Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmedenTaptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı.."1938 yılında, Faruk Nafiz, tanrısız kalmamak için, Atatürk'ü yüreğine bir put gibi oturttu:"Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutunEy ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğilGöreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!"Türk edebiyatında, tarihin hiçbir devresinde görülmeyen dalkavukluk ve putperestlik örnekleri, patlayan bir lağımın dehşet saçan kokusu ve manzarasıyla etrafa yayılmaya başlamıştı: Akbaba'cı Yusuf Ziya Ortaç da sesini yükseltti: "Topladı avucunda yıldırımı, şimşeğiYoktan var ediyordu tanrı gibi her şeyi.Nurettin Artam, dinin bütün nurlarından koparak kula kul oldu: Koca bir güneşin akşam olmadanDağların ardında sönüşü gibiMillete can veren, vatan yaratanTanrının göklere dönüşü gibi.Her zaman ırkıma büyük Baş AtamTanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam!.."Ömer Bedrettin Uşaklı da, Atatürk tapıcılığından kurtulamadı: "Bir güneş gibi yalnızSensin ülkü tanrımızEy Türklüğün bütünü."Vasfi Mahir Kocatürk de, kocaman yakıştırmalarla Kemalizm dininin müridleri arasında zikre başladı: "Peygamber, tanrısına duymadı bu hasretiVermedi bu kudreti tanrı, peygamberine."İlhami Bekir, alnımızın akına, katran karası elleriyle küfrün yobazlığını bulaştırmaya çalıştı:"İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağaToprağın haritasını çizdi bayrağaAllah değil, o yazdı alın yazımızı."Bu ruhsuz, bu köksüz, bu tatsız örnekleri uzatmak istemiyorum. Yalnız, Cumhuriyetin o kuruluş yıllarında, zilli-düdüklü dalkavuklar zümresinden, üç önemli ismin ayrıldığını belirtmek istiyorum: Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet! Nazım Hikmet, daha önce Marks'a ve Lenin'e kul köle olduğu için Atatürk'e secde etmedi. Hatta ona "Burjuva Mustafa Kemal" diye homurdanan şiirler yazdı. Yahya Kemal'le Necip Fazıl, İslâm'ın âmentüsüne bağlı kaldılar. Kemalizm dininin yeni öncüleri ise, imanın altı şartı olan İslâm âmentüsü karşısına, Kemalizm'in yeni âmentüsünü çıkardılar. Bazı devlet kuruluşlarında bastırıp dağıttıkları bu devrimci(!) âmentüyü şöyle yazarak ilân ettiler:"Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemal'e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücâhit analarına ve Türkiye için âhiret günü olmayacağına iman ederim."Halk, "halkçı" Kemalistlerin bu dehşetli dalkavukluklarından nefret ediyordu. Din ve dünya işlerini birbirinden ayırmaya çalışan Atatürk ise, kendisine takılan bu dinî sıfatlar karşısında şaşırıp kalıyordu. [1] --------------------------------------------------------------------------------[1] Yavuz Bülent Bakiler, İslâmiyat cilt 3, sayı 3, Temmuz-Eylül 2000
"Benim, 30 yıllık memuriyet hayatımda şahit olduğum hadiselere dayanarak iddia ediyorum:Türkiye'de en rahat ve en tehlikesiz hırsızlık, soygun, vurgun, Atatürkçülük maskesi altında yapılıyor. Atatürkçü geçinen hırsızlara, hiç kimse korkusundan "arkadaş neden çalıp çırpıyorsun?" demiyor, diyemiyor. Eğer ben helâl-haram inancı içinde olmasaydım Kültür Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcısı ve Atatürk'ün Doğumunun 100. yıl çalışmaları Başkanı iken, elimdeki 120 milyonluk bütçenin çok rahat bir şekilde 10 milyonunu çalar çırpardım. 1978-79 yıllarında 10 milyon liraya 10 daire sahibi olur, üstelik bir de "Büyük Atatürkçü"olarak alkışlanırdım. Türkiye, bu çok yanlış Atatürkçülük anlayışından ve Atatürk istismarcılığından, Atatürk taassubundan sıyrılmadıkça çağdaş medeniyet seviyesine yükselemez, rahat nefes alamaz!" (2)
---------------------------------------------------------------------------
(2) Yavuz Bülent Bâkiler, Gidenlerin Ardından, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 1.Baskı 2006, Sayfa:25-26
Efendim; Atatürk'ü Peygamberimizle yarıştırır, NUTUK'u Kur'an-ı Kerîm'e alterneatif gibi dayatırsanız; kaybedersiniz. Hepimizin fikirlerimizi, inançlarımızı, kabullerimizi yeniden gözden geçirme zamanı... AKP'nin "Açılım"ları T.C.'nin temellerini sarsar ve Türk Milletinin istiklâl ve istikbâl kaygısını derinleştirirken; belki tek müsbet faydası, asker dahil bütün tarafların ve kendisini devletin-milletin geleceğinden sorumlu hissedenlerin yeni bir özeleştiri, yeni bir vicdan ve nefs muhasebesini ihtiyaç hissetmeleri olacaktır diye düşünüyorum.
Hasan TÜLKAY 6 Eylül 2009 Pazar-TOKAT
babaturk@mynet.com hasantulkay@hotmail.com http://hasanhoca.azbuz.com/ http://hasanhocam.skyrock.com/

5 yorum: