Halis KARA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Halis KARA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Gönlüme Yazdım Adını

gönlüme yazdım adını
öyle kağıt kalem hesabıyla
ince mühür edasıyla değil
dağları özler gibi
içime bulutlardan şekil yaparcasına
öylesine yumuşak ve
böylesine çıkmazcasına tenimden kokun
yıldızsız gecelere sığınak yaptım sesini
ümitlerin azaldığı bir ilçeden
uçsuz bucaksız taze yeminlerle geldin bana
mecburi ve anlamsız serzenişler çekerken seni
ümitlerin kaybolmaya yüz tuttugu topraklara
toprağım sensin dedin.
gitmedin!
yıkık bir şehrin silveti gözlerimizi boyarken tuzlu yollarda
geçmiş zamanların o taptaze diriliğinde
nostaljik,baygın bakışlar fırlatıyordun bana
ilklerin aramızda çoğala çoğala biriken
o narin sevecenliği
beni sana..
dalga dalga denizin tutuklusuyum ben
halka halka içim coşuyor düşününce
hani küçük bir taş atarsın denize
büyür büyür yarattıgı halkalar enginlere
ve işte..
sen o küçük taşsın gönül denizime atılan
ve halkalar alabildiğine enginlere doğru

gönlüme kazıdım adını
öyle kazma kürek hesabıyla
demir dövme edasıyla değil,
iğne oyası inceliğinde
rüzgarlarda savurarak tellerini saçlarımın
öylesine delirten ve
böylesine vazgeçilmez yapan yumuşaklığı dudaklarının
sözsüz evrenime,sözsüz öfkelerime
bambalka bir dünyanın kalıntıları arasından
çok tanıdık korkularla geldin bana
ümitlerin her daim kaybolup yeninden bulundugu
o tanıdık sesler çağırınca yine seni
gittin!
geleceğimi bilerek!
geleceğim diyerek gittin!

semalarda toz bulutu eksik olmayan
o harabe şehre dogru
ardından hiç bakmadın gerilere
sevgi yüklü sallanan eller
havada bir süre asılı kaldı
anladım!

çünkü gönlümün resmettim adını
öyle yağlı boya hesabıyla
kara kalem edasıyla değil
yok olmuş bir sanatı tekrar canlandırır gibi
tarihe meydan okurcasına
ölmüş bir hattatın mezarına selam gönderir gibi
yırtıcı bir sarılıkla boyadığım gönül defterime işledim yüzünü
hayal kurup baktın mı yüzüne
umutlar getirdiğini gördüm yıkık bir şehre inat
parçalanmış küçük hayatlara gayret parıltıları saçtım
yüreğimdeki sancılara isyan edercesine
sevgiyi buldum dipsiz bir gönül kuyusunda
ansızın gözünü kapadın,
atladın!
hiç çıkmamasını dileresine
gönül defterime hapsettim adını
yüreğinin kanayan yerlerine sevdayı bandajladın en kuytu mekanlarda...
sevildiğini bildiğin o rüzgarlı denizlere açtım yelkenlerini
deniz dalgalandı,açtı kollarını
deli bir martı yorgun kanatlarını savurup duruyordu baygın gözlerinde..
mutlulugu buldugun yer işte orasıydı
15/07/2002
Malatya/Batalğazi

26 Temmuz 2009 Pazar

şimdi gidiyor musun

şimdi gidiyor musun

şimdi gidiyorsun ya
dönüp bakma sakın ardına
ben seni dönüp bakasın diye değil
gömüpte unutmayasın diye sevdim
sevdim evet sevdim
bazen seni sen
sende de ben olduğum için sevdim
bazen o gözlerinde kendimi görmeyi sevdim karagözlüm
ben seni öyle sevdim.
şimdi gidiyorsun ya
hani o önceden seviyorum
deyipte şimdilerde zıttını söylüyorsun
ya yüzüme
sevmiyorum diyorsun ya işte
ben bunu değil "sevmiyorum"
derken bile o sesini sevdim ben senin
belki yakınlaşır diye bekledim
sevmek nedir bilmezdim ben
sevmeyi senden öğrendim
hasret nedir bilmezdim
onuda öğrettin canın sağolsun
ağlamak nedir onu hiç bilmezdim
sensiz kalınca öğrendim
şimdi gidiyorsun ya

bil istedim
ilk göz ağrımsın.
beni sabah akşam
bekleyişini özledim
sevgilim
söylesene hadi bekliyorum
şimdi gidiyormusun?

24 Temmuz 2009 Cuma

KARANLIGA VERMEYiN GÜNESE GÖMÜN BENi

Üç yasak rengi seviyorum ve yasak bir alfabeyle yazıyorum şiirlerimi .Anarşist çiçekler kokluyorum ,Devlet sınırlarını ihlal eden kuşalara yardım ve yataklık yapıyorum,Umudun probagandacısıyım, Bütün sözcükleri örgütlüyorum . Artık halkların değil Aşkın şarabın ve sevginin ayaklanması var ilk eylemde sınırdışı Oluyorum bana gözlerini yurt Eyle Mültecin olayım KENDİ ADINA BANA BİR KİMLİK ÇIKART BEN BİRAZDA SEN OLAYIM...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Sadece seni Aramak İStiyorum

Aramak... Ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak.. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı... Beni bekliyorsun yada bir başkasını, bir başkasını..

Hiç gel demeyeceğim sana.. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç saklan Seni aramak istiyorum.

Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgarların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim, yine kaç. Başını al açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya!

Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.

Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım. Saçların Sibirya’da olmalı dudakların Çin’de. Gözlerin Hindistan'da bir mabudun gözleri olmalı. Ellerin İtalya'da bir heykelin elleri. Bulursam seni parça parça bulmalıyım. Yine de bir yerin eksik olmalı. Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.

Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim..

13 Temmuz 2009 Pazartesi

DÜĞÜM ATMA, ÇÖZÜM YARAT!

Ne kadar da çok şikayetçiyiz her şeyden. Evden başlayalım. Anne yada baba çocuğundan şikayetçi, çocuk annesinden yada babasından şikayetçi, abla yada ağabey kardeşinden şikayetçi. Biraz daha ilerleyelim. Patron çalışanlarından şikayetçi yada tam tersi. Ev hanımı ev işlerinden, dışarıda çalışan kadın yada erkek çalıştıkları ortamdan yada aldıkları paradan şikayetçi. Örnekler o kadar çok ki.

Bütün bu şikayetlerin sebebinin içinde yaşadığımız koşullardan kaynaklandığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz derim. Bu sadece bakış açısı ve bunun uzun süre yanlış kullanılmasıyla meydana gelmiş bir alışkanlıktan kaynaklanmaktadır.

Bir insan hem şikayet edip hem de o durumun içinde bulunmaya neden devam eder? Parasızlıktan şikayet eder, ama sadece şikayet eder. Daha fazla nasıl kazanacağını düşünmekle yormaz kafasını. Çocuğunun davranışlarından şikayet eder. Ama bunun nedenlerini bulmaya çalışmak yerine bunu tanıdıklarına anlatır. Ama sadece “Bizim çocuk son zamanlarda çok isyankar oldu, bıktım vallahi!” şeklindedir cümleler genellikle. Sorunun nedeni değildir önemli olan. Onun bıkmış olmasıdır. İşini sevmiyordur. Ya kazandığını yetersiz bulur yada hayallerindeki iş olmadığı yada içine girdikten sonra gördüğü sistemden kaynaklanan çarpıklıklar yüzünden. O zaman seni tutan kim. Bırak senin yerine o işi senden daha çok sevecek ve daha iyi yapacak en az bir tane insan var bu dünyada. Bir de değiştirilemeyecek kadar kötü bir durum var ki, onlardan biri de benim başımda. KPSS. İstediğin şey Milli Eğitim’e bağlı çalışmaktı. Sen çok idealist, kendini de yetiştirmiş bir öğretmendin ve seni buna layık görmediler mi? Şimdi kimi kime şikayet edeceksin ve eline ne geçecek? Oturduğun yerde “Bu bana yapılan haksızlık!” deyip durmanın ne anlamı var. Ülken için çalışmak istiyorsan bunu yine yapabilirsin. Bunun ne şekilde olacağı da yine sadece senin tercihine bağlı.

Ben demiyorum ki, koyun gibi olalım, her şeyi kabullenelim. Sadece ve sadece düşünen bir akıl sorunu görebilir. Sorunu görmek çözümün yüzde ellisi. Ancak o kadarla kalmamalı. Sorun her neyse onu sadece şikayet etmekle çözemeyiz. Yaptığın iş her ne olursa olsun, ister ev temizliği, ister müdürlük yada her neyse ya şikayet etme, yada yapma! Durumu değiştiremiyorsan da hem insanların enerjilerini hem de kendi enerjini tüketme. “Ya Şikayet Etme, Ya da Çöz!”

Kronik Şikayetin Sonuçları

Yazarken bile insanı daraltan bu durum acaba bunu yaşarken yani şikayet halindeyken insanın ruhunu, dolayısıyla zihnini ve bedeninin diğer kısımlarını nasıl etkiliyor dersiniz? Bir çok olumsuz düşünce gibi bu da önce ruhta tortular bırakıyor, daha sonra da bu tortulardan arınmamışsanız eğer hastalığa davetiye çıkarıyor. Louise L. Hay “Tüm Hastalıkların Zihinsel Nedenleri ve İyileşmenizi Sağlayacak Düşünce Modelleri” adlı kitabında “Karaciğer”in öfke ve ilkel duyguların yeri olduğunu ve karaciğer rahatsızlıklarının sebebinin de “Kronik yakınma (şikayet etme) olduğu söylüyor. Bunun tedavisi için bir olumlama cümlesi de öneriyor;

“Kalbimdeki açık (kabule hazır, samimi) yerde yaşıyorum. Sevgi arıyor ve onu her yerde buluyorum.”

Tabi dilerseniz rahatsızlık ortaya çıkmadan önce de davranabilirsiniz. Bu sadece size bağlı ve baştan da söylediğim gibi bakış açınızdan ve bunun alışkanlık haline gelmiş olmasından kaynaklanıyor. Ama biliyorsunuz ki alışkanlıklar da bırakılabiliyor. 21 günlük samimi, inançlı ve kararlı bir arzu bunun için yeterli. Elbette kontrolü sonrasında da elde tutmak gerekli

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Hayat Yaşamaya Değer

Hayat yalan değildir büyük bir özenle yaşmak gerekir.Ama zamanı gelince de yaşlanmalıdır.İçindeki çocuk gerektiğinde büyümelidir ki meyve verebilsin ve yaşadığı hayatın gölgesinde serin serin oturabilsin.Gözleri ufku göremeyen,her zaman bir ışık vardır diye düşünmeyen şnsan nasıl hayatta olduğunu yaşadığını iddia edebilir ki??
Albert Einstein'ında dediği gibi
filiz derdinde olmayan ağaç odundur.
Bulmak gerekir hayatın anlamını ve bu anlamdan yeni tomurcuklar çıkarmak

Hayatı yaşamaya değer kılan tek olgu SEVGİ dir

Öyle büyük güçtür ki amansız hastalıkların çareside odur hayata yüz çevirmişlerinde yüzünü bir tek sevgi güldürür

Hani Özdemir Erdoğanın söylediği bir şarkı vardı

"Paranın ne önemi ver mühim olan insanlık"

Para çok şeydir ama herşey değil

Evet para önemlidir buna kimse karşı çıkamaz ama insanı insan yapan değer sevgidir

Savaşlar,acılar,yoksulluk,yolsuzluk,haksızlık,düşmanlık,sefalet,hastalık ve hatta ölüm herşey hayatın içinde vardır.

ama yinede

Herşeye rağmen...

29 Haziran 2009 Pazartesi

Beni Gerçekten Sevseydin

Keşke beni böyle ödüllendireceğine,hiç ödül vermeseydin. Onca yüreği senin yüreğine feda ettiğim halde yüreğin kocaman sevdamı alabilecek kadar büyümedi.
Ben de sana büyük bir sevgiyi vermekte diretiyordum. Bu kadar direttiğim için beni bağışla... sevmek ölümüne cesaret, buzdan değil ateşten yürek ister. Adı üzerinde sevdaydı bendeki, zorda sevdayı büyütmek kolay değildi elbet. Bütün güzellikleri bütün kainatı seni sevmesi için birine verseydin, yine de bu kadar sevilemezdin. Hiç kimsenin yüreği benim ki kadar büyük ve deli olamaz.
Beni kırgınlıklarla çelişkilerle, cevabı sende olan bir sürü soruyla ve bitmek tükenmek bilmeyen ‘’ keşke’’ lerle bıraktın. Bana onca acı verdin ama yüreğim düşman olamıyor. Her gün alabildiğine yanıyor, istesem de istemesem de seni özlüyor seni istiyor.
Yüreğimi koparıp atmak mümkün olsaydı hiç düşünmeden koparıp atardım. Sevdan beni divane etti, beni asileştirdi, kendime sözüm geçmiyor artık. Başımı ellerimin arasına ne ilk ne de son alışım. İlk açım değil ama en büyük açımsın. Bir limandayım ve senin bindiğin gemi çoktan uzaklaşıp gitti. Bunu kabullenemiyorum, zoruma gidiyor canımı acıtıyor. Sen yüreğimde bir hasret en büyük ve hiç kapanmayacak bir yara olarak kalacaksın. Yarım kalmışlığım, unutulmazımsın. Yüreğimin sarayından seni kovmuyor, tacı da tahtı da sensiz bırakmıyor.

umarım anlarsın sevdiğim

10 Haziran 2009 Çarşamba

İşte Ruh Halim

Sigaramı sekizinci kattaki pencereden aşağıya attım. Rüyada gibi aşağıya düşen sigarayı izledim. Tüneğime döndüm, yatağıma oturdum. Boşluğumu, yazabildiklerimle yok edebilmek için günlüğümü karalamaya başladım.

Amaçsız yazılar

anlamsız kelimeler,

Hükümsüz yaratıcılık

Huzursuzluk

Endişe

Solmak

Açlık

Tükenmek

işkence çekmek

sersemlemek

karmaşıklık

bilinçsizlik

körlük

Günlüğümü bir kenara itip yastığıma gömüldüm, kafamdaki fikirleri unutmaya çalıştım. Artık yeni fikirleri ortaya atmayı bırakın içimdeki boşluk büyüyordu. Bu ne kadar daha sürebilirdi?

SONUN BAŞLANGICI

Kelimelerin tükendiği yerdeyim. Yazmak istiyorum ama doğru kelimeleri bulamıyorum. Blog açarken profilimdeki gibi "içimden ne geliyorsa yazmak" dı amacım, yazdım da. Ama doğru, ama yalnış yazdım! Şimdi yazamıyorum, yazmak için karmakarışık olan içimden geçenleri ayırmam gerek. Düşüncelerim, duygularım, yapmak istediklerim ile yapılması gerekenler o kadar birbirinin içine geçmiş ki! Ben bir edebiyatcı değilim, sözcükleri sıralayamam, akıcı dil kullanamam. İmgelerim sadece hissettiklerimdir. Edebiyata gönül verseydim daha iyi olurdu diye düşünmüşümdür çoğu kez. O zaman hayal kurar ufkumu genişletebilirdim, belki hikaye, roman yazardım. Zaman zaman gerçeği görmezlikten gelir, ruhumu, bedenimi dinlendirirdim. Yeni açmış taze çiçeklerin, koparılmış vazolarda solmasını yada ayaklar altında çiğnenmesini düşünmeden, solana kadar verdiği güzelliklerle mutlu olurdum. Çok sevdiğim yağmurun, toprak kokusunu içime çekerken, "acaba kimler zarar görüyor bu yağıştan" demez huzur bulurdum. Benim olan herşeyin aslında benim olmadığını, benim olan sadece yaptıklarım olduğunu hesaplamazdım. Bu satırlar asla edebiyatcılarımızı yargılamak gibi algılanmasın, onlara saygım ve sevgim sonsuzdur. Kendi kendimedir sitemim, edebiyatı çok sevmekle birlikte, sadece okumaktan ileri gidememek, içinde yoğrulamamaktır şikayetim. Zaman hesabı yaparken kaçırdığım güzellikleri yaşayamamaktır üzüntüm. Ben matematiğe gönül vermiştim, rakkamları çok sevmiş, hesapların içine saklanan bilmeceleri çözmekle mutlu olmuştum. "Muş" diyorum, çünkü şimdi öyle düşünmüyorum, ama yapacak birşey yok. Ben bir hesap insanıyım ve öyle kalacağım."Can çıkar, huy çıkmaz" misali orjinalin neyse odur! "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" ya. Ben kendime yaşamdan bir denklem kurdum. Saatleri, ziyan olmasın diye çalışmalarla topladım. Doğrulardan yanlışları çıkardım. İstediklerimle, olanların arasındaki farkı kar/zarar kaydettim. Sevgiyi huzurla çarptım, acılarımı sevinçlerime böldüm. Haksızlığı bilinçsizlikle eşitledim. Keşke'leri, pişmanlıkları amortisman ayırarak yok ettim. Ah! vah! demedim. "Yaşanması gerekiyordu yaşandı" felsefesini kayda aldım. Kaderci olmadım ama çizilen yoldan ayrılmanın imkansızlığını kaydettim.Söyleyecek sözlerimin "kimseyi kırmamak adına" hesabını yaparken, konuşmakta bocalandım. Duyduklarımı, yaşadıklarımı hesap terazisinde tarttım. Kendimi bildiğim gibi değilde, karşıdan nasıl göründüğümü çözmek ise "havuz" problemi gibi olduğundan hep yoruldum. Tek hesabını yapmadığım sonun başlangıcı' ydı. Çünkü kaçınılmaz sonun başlangıcı artık nefes almamak yani ölümdür, onun yılı, saati vakti yoktur. Bir tek onun hesabı yapılamazın da hesabını yaptım. Ama içinde yaşarken, asla anlaşılamayan nokta misali, yaşamımız, karşımıza çıkan sonun başlangıçları ile doludur. Ve bu noktacıklar yaşamımızı yönetmektedirler. Bizim ama bize ait olmayan yaşamımızı! Kelimelerin tükendiği yerde ve bir sonun başlangıcındayım şimdi!!!